Yazının başlığı olarak kullandığımız bu soru cümlesi, günlük kullanımda genellikle “soru” amaçlı kullanılmaz.
Hatta “bir şirketin amacı kâr etmektir” cümlesi, günlük kullanımda bilgilendirme, önerme, bir tez veya antitez iddiasında bulunmak için dahi kullanılmaz.
Onun yerine, “malumun ifşası” şeklinde bir kullanım bulur. Mesela, “bir şirketin amacı kâr etmek olduğuna göre…”diye başlayıp asıl bahsetmek istenilen konuya geçmek adına bir girizgâh olarak kullanılır.
Yani üzerinde konuşulmasına gerek olmayan, kimsenin başka türlüsünü iddia edemeyeceği apaçık bir gerçek olarak kabul edilir. Zirâ, bir şirketin amacı elbette “kâr etmek” olacaktır.
Başka n’olmak ihtimâli vardır ki? (*)
ISO 9000 standartının henüz saygınlığını kaybetmediği ilk dönemlerinde işletme sahipleri “şirket politikası” hakkında danışmanlarla uzun toplantılar yapar ve belirledikleri politika sloganlarını şirkette herkesin görebileceği yerlere gururla asarlardı.
O zamanlar da bu konulara ilgiliydim ve şirket ziyaretlerinde idari bina giriş holünde şirket politikası olarak ne yazıldığını merak eder, onları ilgiyle okurdum.
Bir gün oldukça büyük bir şirketin kapısında şuna benzer bir ifade gördüğümü hatırlıyorum: “Şirketimizin amacı müşterilerimizin ihtiyacını tam zamanında ve en üst kalitede karşılamak ve kâr etmektir”.
Politikayı okuduğumda, her şey iyi de şu “kâr etmek” kısmı yakışmamış diye düşünmüştüm. Sonra da ironik bir tiyatro sahnesi hayal etmiştim. Danışman kibarca “kâr etmek” kısmını politikadan çıkarmak istiyor, dominant patron ise “kardeşim şirket kâr etmeyecek mi, bunda utanacak ne var” yollu üst perdeden çıkışlar yapıyor…
Şirketler tüzel kişiliklerdir. Yani gerçek kişi olmadıkları hâlde gerçek kişi gibi işlem görürler. O hâlde aynı soruyu gerçek kişilere taşıyalım. Biri size “senin çalışma amacın elbette para kazanmaktır” dese ne hissedersiniz? Yani çalışma hayatınızın “para kazanmak” amacına indirgenmesi sizi rahatsız etmez miydi?
Ya da bir yöneticiniz “arkadaşlar, burada ne için çalışıyorsunuz? Tabii ki para kazanmak için çalışıyorsunuz” diye söze başlasa kendinizi iyi hisseder miydiniz?
Aslında buradaki sorun “amaç” ile “zorunlu ihtiyaç” kavramlarının karıştırılmasıdır. Bir firmanın “kâr etmesi” zorunlu ihtiyaçtır, “amaç” değildir. “Kar etmek” bir firmanın hayatta kalması için zorunludur, fakat bu “firmanın amacının kâr etmek” olduğu anlamına gelmez.
Tıpkı bir insanın yaşaması için “nefes alması” gerektiği gibi. “Nefes almak” yaşamak için zorunludur, nefes alamama durumunda ölüm kaçınılmazdır. Fakat kimse “hayatın amacı nefes almaktır” diye bir cümle kurmaz. “Bir firmanın amacı kâr etmektir” demek “bir insanın hayattaki amacı nefes almaktır” demekle eşdeğerdir, yani anlamsızdır.
Peki eğer “kâr etmek” amaç değil de “zorunlu ihtiyaçsa”, o zaman bir şirketin gerçek amacı ne olmalıdır?
Burası felsefenin anlam dünyasına giriş yapıldığı yerdir. Çünkü tüzel kişiliğe “amacın nedir” diye sormak, gerçek kişiye “hayattaki amacın nedir, hayatın anlamı nedir” diye sormakla eşdeğerdir. Ve “Felsefe doğru bilinen gerçeklerin her seferinde yıkılıp tekrar tekrar inşa edilmesi” anlamına geldiğine göre bu sorunun tek bir cevabı yoktur.
Ama ben en çok sevdiğim cevabı paylaşayım: Aynı gerçek kişiler gibi tüzel kişilerin de “olması gereken” sabit bir amacı ve anlamı yoktur. Bir şirketin amaç ve anlamı patron ve çalışanlar tarafından geliştirilen firma kültürü ve iş yaklaşımı ile inşa edilir. Böylece bir amaç ve anlam yaratılır ve bu anlam tüzel kişiye yani şirkete mâl edilir.
Yani iki yönlü bir etkileşim gerçekleşir. Bir taraftan, şirket sahipleri ve çalışanları oluşturdukları amaç ve anlam algısıyla tüzel kişiliğin kimliğini oluştururken, diğer taraftan şirketin kimliği de çalışanların kendi hayatlarına (en azından iş hayatlarına) atadıkları anlam ve amacın inşa edilmesine yardımcı olur.
Bu sayede hem çalışanlar hem de şirket, sürekli değişen dünya dinamiklerine ve sürdürebilir bir geleceğe uyum sağlayan bir yapıya doğru evrilir.
Öte yandan “bir şirketin amacı kâr etmektir” gibi indirgemeci ve statik bir yaklaşım sergileyen şirketler için amaç ve anlam tek bir tanım altında sabitlenir. Böylece üzerine daha fazla düşünmeye imkân olmayacak şekilde kilit altına alınır.
Bu durum, gelişim ve değişim üzerine düşünmeyi engeller. Nihayetinde, şirket değişen dünya dinamiklerine cevap veremeyen, sürdürebilir olmaktan uzak statükocu bir yapıya doğru gerilemiş olur.
(*) Büyük romancı Kemal Tahir’in roman kahramanlarına sıkça kullandırdığı uslüptür. Saygı ve hürmetle anıyoruz